– Minimal hatları ile bilinen John Pawson’dan yeni tasarım müzesi (sanırım OMA da çatı için destek vermiş). Londra’nın güzel parklarından birinin içinde yer alan bu müze, eski yapının çatı formunu koruyarak yeniden tasarlanmış. Eski tasarım müzesini, yanlış hatırlamıyorsam, atölye olarak kullanmak için Zaha Hadid satın almıştı. Yani anlayacağınız ev sahibi çıkın demiş bizim tasarımcılara. Küçük ama etkileyici bir iç avlu etrafına kurulan mekanda, çatının formu içeriden ilginç boyutlarda hissediliyor.
– Herkesin birçok defa bloglarda gördüğü Tate Ek Müzesi. Burası benim için çok ilginç bir deneyim oldu. Çünkü eskiden Tate’in bu en arka bölümü, 3 tane yakıt tankından bozma, müthiş brüt beton sergi alanıydı. Benim de sık sık ziyaret ettiğim, çok karanlık olduğu için müthiş video enstalasyonları yapılan bir mekandı. Buraya ana müze binasından betondan bir mağaraya girer gibi geçilirdi. Yeni tasarımda ek bina bu eski yakıt tanklarının üstünde konumlandığı için, mekana girildiği anda tavanda bir patlama olmuş ve yeni bir mekan doğmuş gibi hissediliyor. Bütün bu 12 katlı yeni kütleyi ise çeperde dolaşan eğik beton kolonlar, tek parçada dökülmüş ve brüt bırakılmış sarmal merdiven ve şaftlardan oluşan kütleler ayakta tutuyor. Yapıda çok ilginç detaylar var. Dışarıdan sadece tuğla algılanan yapı içeride ise beton, cam ve ahşap. Tuğla sadece bir kaplama malzemesi olarak kullanılıyor ve içeriden neredeyse hiç algılanmıyor. Ancak üst kattaki restoran ve kafede, cephedeki ince cam hatlarını tutmak için camlar yaklaşık yerden 1.20 kotunda yerleştirilmiş ve bu mekanları tamamen öldürmüş. Bu yüzden hala üyeler eski Tate’deki muhteşem kafe alanını tercih ediyorlar.
*Bu fotoğraf dezeen.com’dan alınmıştır.
– Jean Nouvel’in One New Change Binası ise her ne kadar ‘pahalı cam bir kutu’ olsa da konumundan ve terası tamamen kullanıma açmasından dolayı mükemmel bir bina olarak ortaya çıkmayı başarmış. Muhteşem bir panoramik asansör ve şehir ile iç içe geçen sirkülasyonu ile örnek bir ‘multipurpose (çok amaçlı)’ yapı olmuş. Cephesinde kullanılan cam paneller, camın ikinci ve dördüncü yüzeyinde kaydırmalı bir şekilde kullanılarak gradient efekti verilmiş. Kütle ise tartışmaya açık.
– Londra’daki bir çok kamu binasında olduğu gibi projesi defalarca bütçe, mimar ve program değiştiren, bir sürü firmanın elinden geçtikten sonra Sheppard Robson tarafından ele alınan, Londra’nın Göbeği Regents Street’in sonunda yer alan BBC Headquarters binasının, 2006 senesinde ben daha üniversitedeyken kısmen başlayan, inşaatını bitirmişler. Burada ilginç olan binanın karmaşık bir dile sahip olması değil, Oxford Circus’tan bakıldığı zaman Londra’nın en görkemli kiliselerinden biri olan All Souls’un arkasına saklanıyor oluşu. All Souls Kilisesi, Londra’nın Regency döneminde (1811-1820) şehrin yarısında imzası bulunan meşhur Mimar John Nash tarafından tasarlanmış.
– Pazar sabahı kahvaltı için yağmur çamur demeyip Rafael Viñoly’nin ‘Walkie Talkie’ olarak adlandırılan kulesinin tepesindeki Sky Garden’a gittik. 45inci katta konumlanmış botanik bahçe, sisler çekildiğinde, Londra’nın uzak noktalarına kadar görme imkanı sağlıyor. Bu binanın en ilginç yanı ilk yapıldığı zaman cephesinin, içe doğru konkav formundan dolayı, dev bir ayna işlevi görerek aşağıdaki arabaları yakması olmuş. Güneş ışığını odaklayarak yaklaşık 80 derecelere kadar bir ısıyı aşağıya yansıtan cephenin sıcağında yemek pişirenler bile olmuş. Sonra da belki dünyada ilk defa bir binanın “bond filmi kötü adam lazer silahı” görevi görmemesi için, binadaki camların üzerine güneş kırıcı bir tabaka eklemişler. Benzer bir olay da büyük bir heyecanla yapılan Millennium Köprüsü’nde, yürüyen insanların titreşimi ile oluşan rezonanstan dolayı köprü hareket ettiği için, bu titreşimi engellemek amacıyla incecik, narin olarak tasarlanan köprünün kenarlarına çelik yan strüktürler eklendiğinde yaşanmıştı.
*Bu fotoğraf nbcnews.com’dan alınmıştır.
– Son olarak ise yürürken ilgimi çeken, hemen Oxford Street’in üzerinde konumlanmış bir mağaza/ofis binası. Buckley Gray Yeoman firması tarafından tasarlanan projedeki çok güzel ve temiz cephe detayları ilgimi çekti. Bu bina ile beraber Londra’da şu anda siyah binalar yapılmaya başlandığı ve bunun çok popüler olduğunu öğrendim.
Umarım sizin de benim için çok özel olan bu şehirle tanışmanız veya yeniden gitme fırsatınız olur. En önemlisi her şeye açık bir şehir. Hepsi için olmasa da, genellikle bir bina yapılmadan önce en az 10 yıllık bir tasarım ve itiraz süreci yaşanıyor. Bu yüzden de herkesin iletişimde olabileceği mekanlar ortaya çıkıyor ve her gün ‘bomba patlar mı?’ diye beklemeyen bina sahipleri de binanın kapılarını rahatlıkla açabiliyor.