Bu çalışmaya başlarken, günümüz konut tipolojilerinin insan ile olan ilişkilerinin göz ardı edildiği ve bu bağlamda kullanıcı açısından psikolojik ve ekonomik, toplum açısından da birçok sosyolojik sorunu beraberinde getirdiği tespiti yapılmıştır. Seri ve karlı üretim ve beraberinde getirdiği tüketim toplumu, konutu alınıp satılan bir ticari meta haline getirmekte, evin insanlar için ifade ettiği duygusal ve varlıksal arka planı dışlamaktadır.
İnsan, belirli algıları ve kavrayışı olan bir varlıktır. Bu algılar ve kavrayış kişinin genetiğine, yetişme tarzına, deneyimlerine, bakış açısına, fiziksel ve psikolojik özelliklerine, sosyal konumuna ve statüsüne, ekonomik durumuna, beklentilerine, inançlarına ve diğer insanlar ile olan ilişkilerine göre değişiklik göstermektedir. Her bir bireyi meydana getiren bu karmaşık ilişkiler bütünü, buna bağlı olarak her birey birbirinden farklıdır.
İnsan, varlığını kuran ve anlamlandırabilen tek canlıdır. Kişi, bedeniyle sonsuz boşluk/uzaydan bir parça çevrelemekte, bedeniyle bir mekan oluşturmaktadır. Bu anlamda varlık ve mekan bir bütün olarak görülebilir. Dünya üzerinde var olan insan, bu yerin üstünde ve bu göğün altında yaşar, varlığını yere bağlı referanslar ile konumlandırır. Bu anlamda insan; var oluşunu mekandan sonra yere bağlı olarak kurar. Kişi, varlığını kavrayıp dünyadaki var oluşunu anlamlandırırken bir takım değişmez mekansal referans noktalarına ihtiyaç duymaktadır. Bu referans noktalarından ilki ve en önemlisi kişinin evidir.
Dünyaya gelişimizin ardından sahip olduğumuz ilk mekan evimizdir. Ev; kişinin dünya üzerindeki ilk evrenidir. Evi, insanın en özel kişisel mekanıdır. Ev; tüm duygusal ve sosyal ilişkilerimizin kaynağıdır. Kişinin evi, duygularını ve hatıralarını depoladığı mekandır. Kişi evini sahiplenir, savunur, kendine ve kişisel isteklerine göre adapte etmeye çalışır. İnsanın kendisi için, kendi eliyle inşa etmesinden bahsederken mimarlık kavramı ile karşılaşmaktayız.
Mimarlık, varlık nedenini insan için mekan tasarlıyor olmasından almaktadır. Mimarlık; kişinin barınacağı mekanı yaratma ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır. Fakat mimarlık, günümüzde varlık nedenini oluşturan insan öğesini ve insan için olmasının beraberinde getirdiği gereksinimleri dışlar görünmektedir. Algı ve kavrayış kişiye göre farklılık gösterdiği için gerçek bir çevresel ve mekansal algı, sadece mekanın içerisinde olarak elde edilebilecek bir deneyimdir. Çevresini bedeni ve duyuları ile algılayan insan bugün, yaşayacağı evi bilgisayar ekranından ya da fotoğraf kâğıtlarına bakarak seçmektedir. İmajlar üzerinden yapılacak bir mekansal okumanın, gerçek bir mekansal deneyimin yerini tutması mümkün değildir. Kişi kendisini ancak bu yer, bu zaman ve bu mekan ile tanımlayabiliyorsa, yer ve mekan ile ilişkisini kopması düşünülemez. Her insanın farklı olduğunu savunuyorsak, herkese uygun bir mimari mekan çözümü olduğunu savunmak mümkün değildir. Mimari geçmişi bir yüzyıl öncesine dayanan ve o günün dinamikleri içerisinde bir ihtiyaçtan doğan sosyal konut yapılanması, bugün geldiğimiz noktada modern insanın ihtiyaçlarına cevap veremez durumdadır. Genel kullanıcının gereksinimleri göz önünde bulundurularak tasarlanan, mekansal bölüntüleri ve fonksiyon şemaları birkaç farklı tipin birbirini tekrarlamasından meydana gelen toplu konut tipolojilerinin, insanın zamana bağlı olarak değişen ve kişiye göre farklılık gösteren ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Her insan birbirinden farklı olduğuna göre, her birinin evi içerisinde gereksinim duyduğu yapılanma birbirinden farklı olacaktır. Bugünün toplu konutlarında kullanılan yapım sistemleri, yapı malzemeleri ve tasarım stratejileri, üç oda bir salon şeklinde değişmeden kalan plan şemaları, konutun kişinin değişen ihtiyaçlarına ve isteklerine adapte edilebilmesini olanaksız kılmaktadır. Birkaç yüzyıldır kullanılan yapım sistemleri ve yapı malzemeleri, kapitalist sistem piyasasında rant çevreleri ve spekülasyon odaklarının, kişinin ihtiyaçlarını karşılamayan evi değiştirmesi ve yeni bir arz oluşturması odaklı pazarlama stratejisinin baskısı ile yerlerini yeni ve olasılıklara daha açık malzemelere bırakmakta direnmektedirler. Düşük maliyetle ve hızlı üretilip daha çok üzerinde inşa edildiği arazinin değeri yüzünden pahalıya satılan niteliksiz konutlardan, ileri teknoloji ve ticari kaygılara bağlı kalınmaksızın inşa edilen ve mimarlık çevrelerinde övgüyle bahsedilen çağdaş konutlara kadar günümüz konut yapılanması, modern insanın kendileme, değiştirme ve adapte etme gibi ihtiyaçlarını karşılayamaz niteliktedir. Bu türden ihtiyaçlarını karşılayamayan kişi, duygusal anlamlar yüklediği, dünyaya ait ilk bağlarını oluşturduğu, varlığının temelinde olan evini değiştirmek durumunda kalmaktadır. Mevcut sistemler içerisinde mimarlığın yeni yaşama biçimleri ortaya koyma ve yeni olasılıklar yaratma olanağı oldukça sınırlıdır. Problemin düğüm noktasında, hem insanın var oluşundan gelen ihtiyaçlarını hem de değişen yüzyılın beraberinde getirdiği gelişim ve farklı istekleri karşılayabilecek bir mekansal sistemin üzerinde kurulabileceği esneklik kavramı karşımıza çıkmaktadır.
Esneklik, adapte edilebilirlik ve ‘Açık Ev’ kavramları, tüm bu girdilerin bileşkesinden kaynaklanmakta ve varlık nedenini ortaya koymaktadır. Esneklik; sadece yapı malzemelerinin hareket ettirilebilmesi, sökülüp takılabilmesi ya da mekânsal örüntüleri bitirilmiş bir konutun son bitirme malzemelerinin kullanıcı tarafından belirlenmesini tarif eden bir sistemden çok daha fazlasıdır. Esneklik; tasarım ve planlama aşamasında kullanıcı ve konutun sosyal, kültürel alt yapılarını araştıran disiplinlerin ve gelecekteki yönetimsel birimlerin bir araya gelerek tasarıma dâhil olması ile başlayan, daha sonra mevcut şartlarda esnekliğe imkân verecek ve gelecekte konutun karşılaması istenecek olası durumların ve mekânsal örüntülerin oluşturulması ile devam eden, tüm bunları yaparken esnekliğe imkân verecek sistem ve malzeme teknolojilerinin optimize edilmesi olarak tarif edilebilecek bir süreçtir. Esneklik, mimar ve kullanıcı arasında bir iletişim köprüsü oluşturmalıdır. İnsanın evi ile ilgili olan ve var oluşundan gelen değiştirme, adapte etme, kendine göre biçimlendirme gibi mekansal ihtiyaçlarını ve hayalindeki eve ulaşma isteğini günümüz teknolojisi ve tasarım stratejileri ile yakalamak, ortaya konan araştırma ile olabilirliğini tekrar kanıtlamaktadır. Esneklik kavramı tasarım sürecinin başında ortaya konmalı ve konutun tüm yaşam ömrü boyunca etkinliğini devam ettirmelidir. Esneklik kavramı öncelikle tasarım aşamasının başında kişilerin hayallerindeki evi araştırmak ile başlamalı, nasıl bir mekanda yaşamak istedikleri ve yaşadıkları mekana ne derecede etki etmek istedikleri ortaya konulmalıdır. Ev kavramının öncelikle var olan somut yapıdan çok varoluşsal, psikolojik ve sosyolojik bir olgu olduğunu kabul ediyorsak, öncelikle içerisinde yaşayacak insanların psikolojik ve sosyolojik altyapıları araştırılmalı, bu tarama sonucunda kullanıcısına uygun ve içerisinde oturacak kişiye özel mekansal çözümler üretilmelidir. Var olan birkaç çağdaş örnekte olduğu gibi (Bishops Meydanı açık alan düzenlemesi, ADP Hellmutstrasse konut bloğu, Flatwriter konut yerleşmesi), kişilerin yaşayacakları mekanlara ne derecede etki etmek istedikleri ve mekan ile olan ilişkilerinin anket, panel ve atölye çalışmaları ile haritalanması gerekmektedir. Bu noktada mimarın görevi, tüm bu haritalama sürecinde olası tasarım stratejilerini, mekanları daha iyi nasıl kullanacaklarını ve nasıl adapte edebileceklerini kullanıcı ile tartışırken, istenen ve hedeflenen olasılıklara imkan verebilecek yeni teknoloji ürünü malzemeleri de kullanıcı ve yüklenici ile tanıştırmaktır. Teknoloji, yeni tasarım stratejileri ve mimarlığın insan için yaratmaktan gelen özünün birleşimi, yeni yüzyılın ve insan olmanın beraberinde getirdiği ihtiyaçları karşılamak için mimarlığın ihtiyaç duyduğu başlangıç noktasını önümüze koymaktadır. Piyasa şartlarının ve kapital odaklarının yeni ve mevcut durumu öteleyici tasarım stratejilerine ve yoğunlukla kullanılmakta olan yapı malzemelerine olan tutucu tavrı piyasa arzının kilit noktasını oluşturmaktadır. Kapital sahipleri mimari çabanın yönü hakkında belirleyici ve her şeyden önemlisi evin gerçek sahibi olan kullanıcının hafızasındaki ev imgesini manipüle edici rol oynamaktadır.
Kar odaklarının “Hayalinizdeki ev”, “Modern insanın yeni yaşama biçimi” şeklinde yaratmış olduğu imgelem, kullanıcının algısını etkilemekte ve kullanıcının asıl beklentilerini karşılamayan gerçek üstü bir konut imajı oluşturmaktadır. Bu doğrultuda arz talep sistemi içerisinde ticari kaygılarla sunulan çağdaş konutları oldukları haliyle, mekansal kalitelerine bir değer eklemeden üretmeye devam eden emlak piyasası spekülatörleri ve finansman destekleri, niteliksiz konut talebinde meydana getirilecek azalma ile baskı altına alınmalı, çağdaş konutların tasarımında kullanıcının ve evin kavramsal arka planını oluşturması gereken diğer alt disiplinlerin katılımı talep edilmelidir. Evin asıl kullanıcıları, evin kendileri için ifade ettiklerini tekrar sorgulamalı ve mevcut yapılanma içerisindeki sorunları doğru tespit etmeli, çağın dinamiklerini evin kavramsal alt yapısını desteklemek ve modern insanın ihtiyacında olduğu yeni yaşama biçimlerine ulaşmak için kullanmalıdırlar. Bu araştırmanın sonuçlarına ve ortaya koyduklarına bakarak diyebiliriz ki; günümüz toplu konut yapılanması, kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap veremediği oranda fiziksel ve zihinsel tatminsizlik yaratmakta, bu tatminsizlik kullanıcının evini değiştirmesine, mekân ve yer ile bağının azalmasına ve hatta kopmasına neden olmaktadır. Kişinin mekan ve yer ile arasındaki bu kopma emlak piyasasının canlı kalmasını sağlamakta, bu sayede mevcut durumun değiştirilmesi ve daha iyiye yönlendirilmesinin önü kapanmaktadır. Dünya nüfusunun radikal bir biçimde artması, elverişli arazi azlığı gibi etmenler konutun spekülatif değerini arttırmakta ve kavramsal alt yapısını anlamsızlaştırmaktadır. Yaklaşık beş bin yıl önce yerleşik hayata geçerek toplumları oluşturan insanlar, her gün daha da fazla göçebe hayatı yaşamak zorunda kalmakta, bu göçerliğin beraberinde getirdiği sosyal ve ekonomik sorunlar kişinin toplumsal yaşamını ve psikolojisini etkilemektedir. Bu türden psikolojik ve sosyal çöküntülerin yeni nesil üzerinde yaratacağı etki, gelecekte özellikle büyük kentlerde ciddi problemlere neden olacaktır.